Geçmiş Zaman #003 : Minolta’nın Gizemi

Fotoğrafa ilk başladığımda makinam Minolta'ydı ve...



İki gündür yayınladığım fotoğraflara dikkatlice baktıysanız fotoğrafların belirgin bir dokusu ve hafif hayal alemindeymiş gibi bir havası olduğunu görebilirsiniz. Bunun nedenine biraz sonra geleceğim ama önce bu fotoğrafların hangi makinadan çıktığının hikayesini anlatmak istiyorum. Eğitim hayatına çok erken başlamış bir çocuk olarak okul hayatımın tümüne uzaktan şöyle bir baksanız görebileceğiniz şey koca bir kaos olur. Okulun en başarılı öğrencilerinden olmak da var içinde, neredeyse mezun olacak puanı tutturamayıp atılmak üzere olmak da. Düşününce eğitimci bir anne babanın çocuğu olarak tam bir kabustum 😅 . Bu kadar dengesizliğin görüldüğü bir akademik hayatın tek avantajı ise kimsenin sizinle ilgili öngörüsü, hayali olmaması ve kendi halinize kalabilmeniz. Üniversiteler kazandım, gittim okumadım, kayıt bile yaptırmadım, biraz orada biraz burada takıldım derken en nihayetinde ne istediğime karar verip Marmara GSF Sinema-TV bölümüne girdim ve tabii ki daha önceki tecrübelerinden dolayı annem ve bir iki arkadaşım dışında kimse çok ciddiye almadı. Sonuçta bir seneye kalmaz bırakabilirdim ya da fikrimi değiştirebilirdim. Ancak o dönemki arkadaşlarımdan biri, Gökhan, kazandığımı öğrendiğinde yanında yukarıdaki fotoğrafını gördüğünüz Minolta’nın 505si modeli ile geldi ve “okulda lazım olacak” diye elime tutuşturdu. Ben ihtiyacım olup olmayacağını bilmezken, kayıt bile yaptırmamışken bunu düşünüp kendi fotoğraf makinasını bana vermesi her gün görebileceğiniz türde bir davranış değil. Sanırım o zamanki arkadaşlarım ve sahip olduğumuz arkadaşlık anlayışımız şimdikinden çok daha sağlamdı. Belki de lise yıllarını yaşadığımız dönemle alakalıdır, bilemiyorum. Ancak sonuç itibariyle Gökhan’ın makinası bende bir kaç sene kaldı ve sadece dediği gibi işime yaramakla kalmadı sonrasında iş hayatımı, kariyerimi şekillendiren adımları atmamı sağladı. Öyle çok ödev yapmış, fotoğraf çekmiştim ki geri verdiğimde neredeyse 10 yıllık makina kadar eskimişti. Kimbilir belki de kendi makinam olmasaydı, istediğim gibi çekim yapamasaydım, “acaba onu nasıl çekerim, bunu nasıl yaparım” diye heyecanlanmasaydım bezip okulu bırakabilir, pek çok şeyi yapamazdım. Domino etkisine inanmamak elde değil.

Gelelim başta bahsettiğim fotoğraflardaki “şeye”… Önce bir tekrar bakalım.

Okulun ilk senesinde çektiğim fotoğrafların hemen hepsinde yukarıdaki fotoğraflardaki gibi garip bir doku var. Siyah-beyaz çektiğim için desem değil, çünkü renklilerde de var. Film banyolarından desem değil çünkü farklı yerlerden baskı aldığımda da var. Sadece ben değil hocalarımdan çevremdeki insanlara kadar durumun farkındayız ama nedeninden emin değiliz. Bir süre sonra Minolta kullanmamdan ve tamamen manuel ayar yapma hastalığımdan kaynaklandığına karar verip peşini bıraktım. Kimse rahatsız değilse sorun yoktur değil mi?

İlk senenin sonuna doğru başka bir arkadaşımla vapurla karşıya geçiyoruz. Vapurun dış kısmında oturup manzaraya bakıp laflıyoruz. Uzaktaki binalarla ilgili bir şey söylüyor. Neden bahsettiğini anlamıyorum. Gösteriyor, göremiyorum, çok uzak. Bir dakika o nasıl bu kadar uzağı görüyor? Ne olduğunu anlayamadığımız bir iki saniye sonrasında çıkarıp gözlüğünü bana denettiriyor. Bir anda hayat netleşiyor. Fotoğraflardaki gizem de çözülüyor. Sadece diyafram gibi ayarları değil odaklamayı da manuel olarak yapan biri olarak tüm fotoğraflarım 0,5 miyop fluluğunda. Bu da fotoğrafların dokusuna belli belirsiz bir hayal alemi efekti katıyor. Zihinsel olarak hayal aleminden hayatım boyunca hiç kurtulamıyorum ama sonrasında fotoğraflarımı o alemden kurtarmayı başarıyorum. Ne yalan söyleyeyim hala o hafif flu analog fotoğrafları çekmeyi özlüyorum.

Related Posts